19 Ekim 2015 Pazartesi

Zengin içiyor fakir bırakma derdinde


Zengin içiyor fakir bırakma derdinde



19 Mayıs'ta yürürlüğe giren kapalı alanlardaki sigara yasağı, bu fırsattan yararlanarak sigarayı bırakmak isteyenlerin sayısını artırdı. Aslında bu durum son birkaç yıldır artış gösteren sigara bırakma eğiliminin bir sonucu. Nitekim, Türkiye'de sigara içenlerin oranı 2002 yılında yüzde 41.6 iken bu rakam 2007 yılında yüzde 37.5'e düştü. Buna karşılık, sigarayı bırakmayı deneyenlerin oranı ise aynı dönemde yüzde 40.1'den 48.9'a yükseldi. AGB Nielsen Media Research adına gerçekleştirilen TGI Türkiye Araştırması'na göre, sigara içenlerin yüzde 65.4'ünü erkekler, yüzde 34.6'sını kadınlar oluşturuyor.
SINIF ATLAMAK İSTEYEN İÇİYOR
Sigara içenlerin profiline yaş grupları açısından bakıldığında ise, 18-34 yaş arası gençlerin yüzde 47.7'sinin sigara içtiği ve bu oranın diğer yaş grupları arasında en yüksek rakam olduğu göze çarpıyor. Sigarayı bırakmak isteyenler arasında ise kadınların, çalışmayanların, eğitimli kesimin yoğun olduğu dikkat çekiyor. Sigara içenlerin ve bırakmak isteyenlerin gelir düzeyi açısından profillerine bakıldığında ise, en fazla sigarayı aylık geliri 2 bin YTL ve üzeri olan üst gelir grubunun oluşturduğu ortaya çıkıyor. Bu grubun yüzde 49.2'si sigara kullanıyor ve yüzde 48.8'i sigarayı bırakmayı deniyor. Günde ne kadar sigara içildiği göz önünde bulundurulduğunda, üst gelir grubunun yüzde 67'sinin günde bir paketten az sigara içtiği göze çarpıyor.
İŞSİZLER BIRAKMAK İSTİYOR
Bir paket ve üzerinde sigara içenleri ise büyük çoğunlukla orta ve alt gelir grubu oluşturuyor. Bu yoğunluk özellikle ekonomik olarak geçiş niteliği taşıyan, bu nedenle de stres yaratan 500-700 YTL ile 1.000-1.600 YTL arası gelir gruplarında beliriyor. Bir başka deyişle, sınıf atlama stresi yaşayan kişilerin sigara içme eğilimi daha yüksek. Sigara kullanan her 5 kişiden 1'inin kişisel gelirinin olmaması da dikkat çeken bir diğer unsur. Buna karşılık sigarayı bırakmayı en fazla deneyen gelir grubu da yüzde 52.5 ile yine hiçbir kişisel geliri olmayanlar. Sigara içenlerin yaklaşık yarısı, aylık kişisel geliri bin YTL veya altında olanlar.
Rakıcılar, sigarayı bırakmak istemiyor
SİGARA kullananlar içinde, alkollü içecekler, kahve ya da çay içme eğilimi nüfusun geneline göre daha fazla. Özellikle sigarayı bırakmayı deneyenler genel olarak her tür içeceği tüketmeye daha eğilimli. Bu durum bir tek rakıda değişiyor, sigara içenler bırakmayı deneyenlere kıyasla rakı tüketmeye daha eğilimli. Sigarayı bırakmayı deneyenler, daha çok şarap, viski, enerji içeceği ve kahve tüketiyor. Buna karşılık, sigarayı bırakmayı deneyenlerin spor yapma ya da sağlıklı beslenme alışkanlıklarında ise bir değişiklik göze çarpmıyor.
Tiryaki, bir kerede bırakamıyor
ARAŞTIRMA sonuçlarına göre, sigara içenlerin yüzde 70'e yakını ilk denemelerinde başarılı olmasa da sigarayı bırakmayı tekrar deniyor. Sigarayı bırakmak için nikotin bandından sakızına ya da akupunktura kadar pek çok yöntem piyasaya çıksa da, sigara içenlerin yüzde 80 gibi büyük bir kısmı sigarayı kendi yöntemleriyle bırakmayı deniyor. Tiryakilerin sadece yüzde 14'ü dışardan verilen desteklerle sigarayı bırakmayı deniyor. Sigarayı bırakma nedeni olarak gösterilen en önemli unsur tabii ki kişinin sağlığına dair endişeleri. Nitekim, sigarayı bırakmayı deneyenlerin yüzde 66'sı son 12 ay içinde sağlık problemi yaşadıklarını dile getiriyorlar. Sigarayı bırakmayı deneyenler, tüm sigara kullanıcılarına göre sağlık problemi yaşamaya yüzde 13 daha eğilimli. Buna ek olarak, sigara içenler ya da bırakmayı deneyenlerin nüfusun geneline göre ilaç kullanma eğilimi de daha fazla.

Yumurtalık kisti olanların bebek şansı var mı?


Yumurtalık kisti olanların bebek şansı var mı?



ANKARA - Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu, PCOS’un hastalıktan çok, çeşitli hastalıklara yol açabilen önemli bir sağlık problemi olduğunu ve mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini bildirdi.
“Polikistik Over Sendromu”nun, tıbbi açıdan herhangi bir kist oluşumu anlamı taşımadığını belirten Şatıroğlu, “Yumurtalıklar her ay düzenli olarak 800-900 bin yumurta arasından olgunlaştıracağı yumurtayı seçer ve seçilen yumurta büyümeye başlar. PCOS’ta ise bu düzen bozulur ve seçim yapamaz. Bu durum ultrasonla bakıldığında inci gibi dizilmiş kesecikler şeklinde gözlemlenir. Aslında bu yapılar kist değil, yumurta kesecikleridir” dedi.
Şatıroğlu, “Polikistik Over Sendromu”nun son yıllarda görülme sıklığının arttığını belirterek, “Tedavi edilmediğinde, başta adet düzensizliği, tüylenme, kilo alımı, cilt yapısında bozulma (sivilce) olmak üzere çocuk sahibi olmada güçlük ve rahim kanseri gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor” diye konuştu.
Tedavi edilmeyen PCOS’un, rahim kanseri riskini artırdığına dikkati çeken Şatıroğlu, “Yumurtlayamama durumunun söz konusu olduğu durumda da kadındaki progesteron hormonu üretimi olmamakta ve estrojen hormonu tek başına salgılanmaktadır. Bu durum çok uzun süreli devam ederse rahim kanseri gelişme riski ortaya çıkar. Çünkü çatlayan yumurtanın salgıladığı progesteronun rahimi koruyucu etkisinden mahrum bırakmaktadır” diye konuştu.
“İNSÜLİN DİRENCİ KİLO YAPIYOR”
PCOS rahatsızlığı olan kadınlarda, düzensiz kilo artışının da görüldüğüne dikkati çeken Şatıroğlu, bu kişilerde vücudun insulin direncinin artabildiğini belirtti.
Şatıroğlu, “İnsülinin asıl görevi kandaki şekeri enerjiye çevirmektir. PCOS’lu kadınlarda insülin direnci oluştuğu için bu şeker enerjiye çevrilmekte zorlanır ve yakılamayan şeker vücutta özellikle bel çevresinde yağlanma şeklinde birikmeye başlar. PCOS’lu kadınlardaki simit şeklindeki göbek oluşumunun sebebi budur” dedi.
“ADET DÜZENSİZLİĞİ İLE BELİRTİ VERİR”
PCOS’un her kadında aynı olmamakla birlikte, genellikle ilk olarak adet düzensizliği ile belirti verdiğini anlatan Şatıroğlu, düzensiz yumurtlamanın kadındaki erkeklik hormonlarının daha fazla salgılanmasına neden olduğunu söyledi.
Şatıroğlu, erkeklik hormonunun fazlalığının da deride yağlanma yaptığını, yağlanmayla birlikte akne oluşumunun başladığını ifade ederek, bunun dışında vücutta erkek tipi tüylenmelerin görüldüğünü belirtti. Şatıroğlu, tüylenmenin, dudakların üst kısmında, yanaklarda, göğsün ortasında, çevresinde ve karnın alt kısmı ile bacakların diz üstü kısımlarında oluştuğunu anlattı.
Bu arada PCOS’un neden olduğu adet düzensizliği nedeniyle, bir çok çiftin çocuk sahibi olmakta güçlük çektiğini de vurgulayan Şatıroğlu, “PCOS’lu kadınlar, bu korku ile yaşamamalılar. Uygun takip ve tedavilerle gebe kalınabilir” diye konuştu.
“DOĞUM KONTROL HAPLARI İLE TEDAVİ EDİLİYOR”
PCOS tedavisinde uygulanan yöntemin, hastanın çocuk beklentisinin olup olmamasına göre belirlendiğini anlatan Şatıroğlu, çocuk sahibi olmayı düşünmeyen kadınlarda doğum kontrol hapı desteğiyle kolayca tedavi yapıldığını söyledi.
Şatıroğlu, doğum kontrol haplarının vücuttaki hormon düzenini geri getirdiğini ifade ederek, hastalıkla birlikte oluşan tüylenme adet düzensizliği gibi şikayetlerin de ortadan kalktığını belirtti.
Çocuk sahibi olmak isteyen kadınlarda ise insülin direncinin düşürülerek yumurtlamanın oluşmasına zemin hazırlandığını dile getiren Şatıroğlu, “Haplarla yumurtlama sağlanarak çocuk sahibi olmaları sağlanıyor. Hapların yeterli olmadığı noktada ise iğnelerle yumurtlatma işlemi gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Eğer iğne yönteminden de yanıt alınmazsa bu hastalarda aşılama ya da tüp bebek tedavisine geçiliyor” dedi.
Şatıroğlu, ancak bazen yanlış bilgilendirilen çiftlerin, öncelikle basit tedavi süreçlerini atlayarak ilk adım olarak tüp bebek tedavisine yönlendirildiğini belirterek, yanlış bir tedavi uygulanmaması için alanında uzman olan bir hekim seçiminin önemli olduğunu kaydetti.
Kaynak: Ntv-Msnbc

Bilgisayar karşısındaki risk



Türkiye Fizyoterapistler Derneği (TFD) Genel Sekreteri Murat Dalkılınç, bilgisayar kullanmayı sadece yazılım bilgisi ile özdeşleştiren milyonlarca kişinin iş yerinde, okulda ve evde bilgisayar başında saatlerce vakit geçirdiğini vurguladı.
Murat Dalkılınç, çok sayıda kişinin farkında olmadan bilgisayar karşısındaki yanlış oturuşlar nedeniyle önemli rahatsızlıklar yaşadığını, özellikle gençlerin ilerleyen yaşlarda ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalabileceğini belirtti.
Bilgisayar kullanımına bağlı olarak sıklıkla bel-boyun-sırt ağrısı, omuz ve boyun bölgesinde gerginlik, baş ağrısı, el bileği, el ve parmaklarda uyuşma, yorgunluk, gözlerde yanma ve kuruluk hissinin yaşanabileceğini ifade eden Dalkılınç, şunları anlattı:
“Bilgisayar kullanırken karşı karşıya olunan riskleri bilmemek, bu riskleri göz ardı etmek ve yanlış çalışma alışkanlıklarına sahip olmak, kişiyi yaşam boyu sürecek ve sakat bırakacak sağlık problemleriyle uğraşmak zorunda bırakabilir. Bilgisayar kullanımı, her ne kadar ağır işler sınıfında yer almasa da, kas-iskelet-sinir sistemi açısından ciddi ve göz ardı edilemez riskler içeriyor. Bilgisayar, genellikle oturma pozisyonunda, nadiren de ayakta durarak kullanılıyor. Bilgisayar kullanan kişi, sandalye, masa, ekran, klavye ve mouse gibi temel ekipmanlarla sürekli etkileşim halindedir. Bunlardan birinin yanlış pozisyonlanması diğerlerini de olumsuz etkiliyor. Masa yüksekliği bile çok önemli.”
Murat Dalkılınç, vücudu hatalı kullanmak ya da çalışma koşullarının uygunsuz oluşunun genellikle kas, iskelet ve sinir sistemini etkileyecek küçük çaplı hasarların oluşmasına neden olduğuna dikkati çekti.
VÜCUT KENDİNİ ONARMAYA ÇALIŞIR
Dalkılınç, bilgisayar kullanımı sonucu karşılaşılan risklere karşı tedbir alınmadığı zaman oluşan küçük çaplı hasarların, iyileşmeye programlanmış beden tarafından farkında olunmasa da onarıldığını bildirdi.
Ancak, zamanla onarım hızı ile yaralanma miktarı arasındaki dengenin bozulacağına dikkati çeken Murat Dalkılınç, şunları söyledi:
“Bu küçük çaplı yaralanmalar üst üste binerek ciddi problemlere neden olurlar. Her çalışma günü ergonomik risklere maruz kalmak, vücudumuzu yanlış kullanmak ve konu hakkında bilgi sahibi olmamak, iyileşmeye programlanmış bedenimizin ezberini bozar.
Vücudumuzda oluşan küçük çaplı yaralanmalar, düşük şiddetli ve geçici şikayetlerle kendilerini belli ederler. Eğer vücudumuzun vermiş olduğu bu erken uyarıları dikkate almazsak, ergonomik riskler çok daha ciddi problemlere neden olacak, kalıcı sakatlık riski söz konusu olacak. Uzun zaman bilgisayar kullanmak zorunda kalan kişiler, ergonomi ve sağlıklı çalışma konularındaki bilgilerini geliştirmeli, şirketler ise çalışanları için bu verileri sunma noktasında sorumluluk almalı.”
Kaynak: Ntv-Msnbc

17 Mayıs 2015 Pazar

Kırışıklıklara nasıl dur diyeceksiniz?


Kırışıklıklara nasıl dur diyeceksiniz?



İSTANBUL - Yaşlanmanın hızını kesmek, yılların getirdiği izleri azaltmak ve yaşlanmaya bağlı oluşan sağlık sorunlarını en aza indirmek için; yaşlanma sürecini yavaşlatma veya geciktirmeye çalışmak olarak tanımlanan anti-aging yöntemler uygulanıyor.
Yaşlanma önlenemez, ancak yavaşlatılması, geciktirilmesi, vücutta ciddi kayıplar oluşmadan önlem alınması mümkün...
Vücutta 30’lu yaşlardan itibaren;
Ciltteki kolajen üretimi azalır
Ciltte esneklik kaybı başlar
Cilt hücrelerinin kendini yenilemesi yavaşlar
Cildi besleyen kan dolaşımının kalitesi düşer
Ve serbest radikallerin cilde verdiği hasar artar
SERBEST RADİKALLER CİLDİMİZİ YAŞLANDIRIR
İnsan vücudundaki her hücre günde ortalama 10 bin serbest radikalin saldırısına uğramaktadır. Yaşam tarzınızı değiştirseniz, çevreden maruz kaldığınız toksinleri, kirletici maddeleri, ağır metalleri ve diğer tehlikeli maddeleri tümüyle ortadan kaldırsanız bile, serbest radikallerden tümüyle kurtulmanız olası değildir. Çünkü serbest radikaller vücudunuzda gerçekleşen her işlemde ortaya çıkabilmektedirler. Normalde vücumuzda bulunan antioksidan savunma sistemleri sayesinde bu kararsız bileşikler büyük ölçüde yok edilmekte veya uzaklaştırılmaktadır. Antioksidan savunma sisteminiz yeterince iyi çalışmaz ve siz antioksidan besinleri yeterince tüketmez ya da antioksidan etkili besin takviyeleri kullanmazsanız, serbest radikaller vücudunuzdaki tüm hücrelere zarar verirler. Serbest radikaller, sigara dumanı, hava kirliliği, egzos gazları, fiziksel ve emosyonel stres, yanlış diyet, güneş ışınları, hatta ev temizleyici maddelere maruz kalmak sonucunda ortaya çıkar ve cildi yorup, yıpratırlar.
Bir elmayı kestikten sonra beklettiğinizde elmanın yüzeyi havadaki oksijenin etkisiyle oksidasyona uğrar ve kahverengi bir görünüm alır. Serbest radikaller, aynı yıkımı, vücudumuzun hem içinde, hem de dış görünümü olan cildimizde gerçekleştirir.
Kararsız bileşikler olan serbest radikalleri kararlı hale getiren bileşikler ise antioksidanlardır.
Yaşla birlikte vücut daha fazla serbest radikale maruz kalırken, diğer taraftan yaş ilerledikçe vücudun doğal antioksidan üretimi azalmaktadır . Bazı uzmanlara göre insan vücudundaki antioksidan üretimi 25 yaşından itibaren yavaşlamaktadır. Yaşlandıkça daha fazla antioksidan takviyesi alınırsa, vücuttaki sağlıklı yaşlanma süreci daha iyi kurabilir.
Cilt yaşlanmasının önlenmesi ve mevcut kırışıkların derinliğinin azaltılması için cildi hem içeriden hem de dışarıdan güçlü bir antioksidan formülasyonla desteklemek gerekir.
ANTİOKSİDAN DESTEĞİ ÖNEMLİ
İyi bir anti-aging programı uygulamak istiyorsanız, cildinize hem içeriden hem de dışarıdan güçlü bir antioksidan desteği yapmalısınız. Hergün düzenli olarak Alfa Lipoik Asit, Coenzyme Q10, resveratrol, yeşil çay özü, N-Acetyl Cystein, Acetyl L-Carnitine, DMAE, PABA, Omega-6 yağ asidi ve Sodyum Hiyalüronat içerikli bir antioksidan desteğini hem oral olarak hem de topikal olarak kullanarak cilt yaşlanmasına ve kırışıklılarına dur demeniz mümkün. Üstelik bu güçlü antioksidanları bir avuç tablet olarak almanıza da gerek yok. Alpdermalene-PBF adlı patentli bir formülasyon mevcut. Bu formülasyonun içinde yukarıda adı geçen tüm antioksidan maddeler var. Üstelik hem topikal hem de tablet formun içinde bulunan bu patentli formülasyonla cildinizi içeriden beslemek ve dışarıdan desteklemek şansına sahip olabilirsiniz.
ANTİ-AGİNG ÜRÜNLER KOZMETİK PAZARINDA YERİNİ ALDI
İnsanların ömrünün giderek uzaması, yaşlanmanın en gözle görülür belirtilerinin izlendiği ciltlerine olan ilgilerini artırdığını söyleyebiliriz. Hiç kimse, özellikle de kadınlar, daha uzun bir yaşamı, kırışık ve sarkmış bir ciltle sürdürmeyi istemez. İşte bu nedenle anti-aging amaçlı güçlü antioksidan etkili ürünler artık parlayan yıldız olarak kabul ediliyor. Günümüzde, kozmetik ürünlerle sağlanan geçici saklamalar yerini anti-aging etkili ürünlerle yapılan koruyucu ve tedavi edici kalıcı başarılara bıraktı. Antioksidan etkinin yanı sıra içeriğinde vitamin ve mineral kombinasyonu bulunan besin takviyeleri uygulamasının cilt yaşlanmasını önlemede ve kırışıklıkları tedavi etmede kullanılması büyük başarılar sağlamaktadır. Hem Alphadermalene-PBF gibi patentli antioksidan karışımı güçlü bir formülasyona sahip; hem de bir insanın günlük alması önerilen başlıca vitamin ve mineralleri de içeren ürünlerle artık bilinçli bir şekilde serbest radikallerle savaşmak ve cilt yaşlanmasına DUR demek elinizde...
Kaynak: Ntv-Msnbc

Psikolojik sorunlar, diyabet riskini artırıyor


Psikolojik sorunlar, diyabet riskini artırıyor



ANKARA - İsveç’teki Karolinska Enstitüsü bilim adamları, “psikolojik sıkıntıları” olan erkeklerin sıkıntısı olmayanlara oranla tip 2 diyabet hastalığına yakalanma riskinin iki katından fazla olduğunu belirtti.
1938 ila 1957 doğumlu 2127 erkek ve 3100 kadınla yapılan araştırmada kadınlarınsa bu riski taşımadığı ortaya çıktı.
Profesör Anders Ekbom liderliğindeki araştırma ekibi, araştırmayla ilgili olarak “Diabetic Medicine” dergisinde yayımlanan makalede stresin, beynin hormonları düzenlemesini etkileyebileceğini bildirdi.
Prof. Ekbom, psikolojik sorunlar beynin hormonları düzenlemesini etkileyebileceği gibi, depresyonun, kişinin beslenmesini ve fiziksel aktivitelerini olumsuz yönde etkilemesinin de hastalığın gelişmesinde etken olabileceğini ifade etti.
Kadınların sorunlarla başetmede farklı stratejileri bulunduğunu belirten Prof. Ekbom, kadınların sorunlarını konuşabildiğini, ancak erkeklerin bu tür sorunları açığa vurmaktan kaçındığını, sorunlarını alkol, uyuşturucu ve kişisel bazı faaliyetlerle halletmeye çalıştığına dikkati çekti.
Daha ileri araştırmaların, psikolojik durumun hastalıkla bağlantısının yaş, kilo, kalıtım, sigara, fiziksel faaliyetler ve sosyo-ekonomik durum gibi faktörlerden bağımsız olduğunu gösterdiği de kaydedildi.
TİP 2 DİYABET NEDİR?
Tip 2 diyabet, kanda sürekli yüksek düzeyde şeker (glikoz) olduğunda meydana gelen bir hastalıktır.
Daha çok erişkinlerde görülen Tip 2 şeker hastalığı, insülin salgılamada yetersizlik ve hücrelerin bu hormona karşı duyarlılığının azalması sonucunda gelişir. İnsülin, normal işlevini yerine getiremediğinde pankreastaki beta hücreleri daha çok insülin üretemez, bu yüzden şeker hücreye gerektiğince giremez ve aşırı miktarlar halinde kan dolaşımında kalır.
Dünyada tahminen 140 milyon diyabet hastası bulunuyor. Bu rakamın, 2025 yılından itibaren 300 milyona çıkacağı tahmin ediliyor.
Kaynak: Ntv-Msnbc